31 Mayıs 2014 Cumartesi

Prelüd


yıkık harabelerin içinde gezinirsin
beyaz tüylü bir yaban güvercini gibi
parlayan tüylerin  belirsiz, hatırlatır
geçmişte yaşanılan güzel günlerimizi

seni başka zamanlar kıyısında görürüm
kentlerin uzağında akan ılık derenin
bir yapraktan damlayıp sessizce kaybolursun
ardında tasasız dalgalar bırakarak

sen! yaşam ışığımız, içimizdeki coşku
kırık kalplerimizin üstüne kazılı iz
yükselirsin kedersiz, uzakta, ufka doğru
ışığının altında sanki kölen gibiyiz

daha kaç kez aldanıp peşinden geleceğiz
kaç yenilgi bekliyor bizi yengiden önce
ganimet bildiğimiz kazanımlar gün be gün
solar, kurur, yozlaşır yok olur elimizde?

4 Şubat 2014 Salı

her nasılsa yazılmış aşk ve ayrılık sonesi





şimdi biraz da eski aşklardan bahsedelim
onlar rüzgâr gibidir perdeleri yoklayan
kör bıçaklar keserken ruhunu dilim dilim
odalarda yok eder kapıları bir duman

beyaz sesler bağırır capcanlı anılarda
kararmış zamanların zehirli dargınlığı
baş dönmesi kalıcı olur ayrılıklarda
saatler çekiştirir, uzatır dalgınlığı

kaybetme korkusuysa esir alır dilleri
konuşmak susmak olur, susmak bir yalan gibi
bir ayrılık olsa da gerçeklerin ederi
bir gün elbet söylersin söylemen gerekeni

şimdi, esti de geçti, unutulur desem de
sevdim, ayrıldım ben de bir zaman birisinden
o beni sevmiş miydi, bilsem de bilmesem de.

yalnızlık uzar gider, yalnızlık perde perde
kapısız odaların içindeki kederde
evler var uçsuz evler, uçurumlu yerlerde

31 Ocak 2014 Cuma

gittiğim yollar



gittiğim yollar biraz buruktur
otlar var, kurumuş, ölü otlardan
orada bir nehre özenir durur
sonsuzluk, uykulu duruluklardan
gittiğim yollar, biraz buruktur

gittiğim yollar biraz reyhanlı
biraz ısırgan durur, biraz sokulgan
bir yanı kurumuş, bir yanı duman
taş kesmiş çocuklar durur bir yanı
gittiğim yollar biraz reyhanlı

gittiğim yollar biraz da kayın
karlar yükselir, atlılar geçer
kıvrılır kalbine bu diyarların
adım adım yürüyen belirsiz hançer
gittiğim yollar, biraz da kayın...

gittiğim yollar... biraz madımak
yanmış. güneşli tepelerinde
kekik yolar kadınlar saçından ak ak
sürekli bir gözyaşı eşliğinde
gittiğim yollar biraz madımak

gittiğim yollar biraz da aymaz
akşamın ufkunda sallanan bayrak
kararmış yüzünde yıldızı durmaz
çocuklar büyüyor ağlayarak
çocuklar büyüyor ağlayarak

gittiğim yollar biraz buruktur
kıyısında kurumuş, ölü otlardan
orada bir nehir uzanır durur
sonsuza, uykulu duruluklardan
gittiğim yollar biraz buruktur

29 Ocak 2014 Çarşamba

boyalı kuşlar


dağlar ki bir yalnızlık, içimde bölündüğüm…
yaza yaza doyamaz yazanlar yazısına
mavi, sisli yolculuk, henüz geri dönen yok.
kâğıdın beyazından geçen ince patika
ve mâziden yükselen ulaşılmaz bir doruk...

hepsi, hepsi içimde duran ormana kaçtı
harflerde hecelerin ağacını bulmaya
her biri kanat çırpar şimdi her biri ayrı
uzakta kuşlar gibi, kuşlardan da uzağa

sahi içimde bir de boyalı kuşlar vardı
beyaz boyalı kuşlar dağlara götürdüğüm
kanatları sebepsiz hüzünlerle sarardı
kanatları dağlara dolanıp düğüm düğüm

dumansız kuşlar





biz istemesek de görünür her yeri
gölgesi balkonlu evlerin bir yerinden
ağaçta sürgün eden gelecek hayalleri
orda büyür bütün sevilmiş kentlerden

orda durur kapının kenarında gitmeleri
gözümüzde dolanır sokakta yürümeler
şu duvar, şu masa, şurda birkaç kitap gibi
şurda birkaç insan bakar eskimiş çerçeveler

gün gün görünür bulutlar istemeden
bulutlar belki yağmurun bekçileri
siyaha çalınmış yüzlerden mi beliren
sanki içimizden birinin gittiği

tek katlı evlerden bahçeler görünmeli
avlular yarınlar üretmeli yüzyıllardan
belki bu yıl kuşların bizi seçeceği
kolumuzu uzatsak upuzun ağaçlardan

merdivenler sarı mı siyah mı şimdi
birlikte çıktığımız yokuşlardan
çırpınan kanatsız sevdalar mı getirdi
dumanlar yükselen dumansız kuşlardan

25 Ocak 2014 Cumartesi

bir gün elbet





bir gün elbet geleceksin, ben yine bekliyorken taraçada seni
belki de başka bir sen gelecek bana, hiç beklemediğim biri gibi

bir gün elbet geleceksin, sonbaharda, nisanda ya da ocak...
bir bekleyişi bitirerek tam da, bir rüyayı gerçekler gibi bakarak

23 Ocak 2014 Perşembe

filli replika mezarlığı




şair kuyruğuna girmiş “hüzün ekmeğimdir”
ağladıkça... doyuyor, doyuruyor. doyuyoruz!
bilge bir protein şimdi medeniyet dedikleri
raylı trenlerle hüzne makaslanan katatoni...

hoş sohbetler edeceğiz bu psişik cevherle
nasılsınız, onlar nasıl, sizce nasılım? ya siz?
vahşi coğrafya inleyecek bu doğal kıtada
düşünün ki kalahari çölüne terk edilmişsiniz
ve tek peygamberiniz benim mutlaka, ne dersiniz?

konumuza dönelim, o en güzel dönmeler
bir akşam ekmek alıp eve dönmelerdir
sıradan fırınlarda ne güzel pişer sevda?
gitmeseniz de orda, bir köy var uzakta
hüzünlü türkülere terk ettiğiniz
işte onlar, ama onlar, en çok siz!

hala duruyoruz, akşam, sırada...
şimdi güzel şeylerden bahs’ etmeliyiz mutlaka
ama dursun sevgi denen en yoksul yerimiz
- yahu, geçen gün yine mevlanayım işte, ahaha!
- mevlanayım işte, mevlanasın, mevlana. ne demiştiniz?

20 Ocak 2014 Pazartesi

boynu kuğulu kırlangıç




kış kırığı içinde elim, elim uzak buzullarda
insansız denklemi hayatı ikiye indirgeyen
aklın mantığın değil belki, sevmenin, aşkın
güz kurusu of’ların, öf’lerin eyleminden

biraz sessizlik düşmeliydi gökten, karla birlikte
birkaç adam belki, birkaç sokak, belki bir iki mekân
sis bir kadına dönüşmeliydi belki gece koşuşturan
ufak gülümsemelerle renklerin sokağından

üç dağ aslanı kalmak en kötüsü ama
kimi üç şehirde bir zaman, kimi rüzgâr, uğuldar
soğuğun koreografisi vücuda değil de ruha
tangolar, valsler, sonra yine tangolar...

bende taş kesti suya batmalar
çığlık ağacı yapraklandı sesim,
sesim kırlangıçlı mavnalar...

18 Ocak 2014 Cumartesi

bu kafiye beni aşar



bu kafiye beni aşar arkadaşlar üzgünüm
giremem bu şiire
hem çok geç kaldım
şimdiden kendime
hem de üzerimde
ece ayhan yorgunluğu var

bir de biliyorsunuz
yakalanırsam en az  üç yıl
bandolar pantolonlarınızda şaşar

yani arkadaşlar düzgünüm
bu kafiye beni aşar

 …
 
gözüne girmiş bir uçtan fırıldaklı kâr
gece bir parçalar adamlara ki kâr anlığı
yani üsküdardan vapura koyacaktır martılar
bir martılar tüylerine kadar koyacaktır adamları

nesne taşar anlamsızlığı anlam taşımıyorsa
böyle bir kudurmanın sebebi, ah, işte! sensin!
sen ki kendini benden daha iyi bilirsin!

mesai birikimi olmuş omuzlarında boğazın
kara köy iskeletinde yaşanan bir sağış tüm yurt
etkisi altına almış arnavut kaldırımı avurtlarını
bankalar caddesine kıvrılan kavî kurt

işte gençler, üç yıldızın altında
üçe bölünüyor umut

eskilerin  kamlıcası, ankaranın ankası
anakaraya bağlanamayan tek iğneli korsan
gramafonda çalınan bir millet bilançosu
bir yokluğun plağını gösterir kime sorsan

o benimdir, o benim, maliyetimdir ancak!
- efendiler! ilelebet pâyidarız, fâili ve meçhûl

böyle gelmiş böyle gider işte hasan usta
hangi aşkı tutuşturacakmış bu kibrit bu kav
arka koltukta seviştiğim melahat abla daha
daha açacak çiçek proletar yanaklarında canım, çav!





4 Ocak 2014 Cumartesi

zaman geçirmeden



zaman geçirmeden çıkayım artık
beklenen o yolculuğa
patikasında yürüyüp
kendimde bir uğrağa

gölgem ardıç gölgesi
eğrelti adımlarım
güneş ufka düşerken
karışsın saçlarıma

kuşlar ağaçları yaklaştırır
kararmış uzak seslerden
artık çıkayım aydınlığına
parça parça şehirlerden

zaman geçirmeden artık
üzerinden zamanın
örülmüş anılardan
filizlenen bir ânın

gideyim geçerek kendimden
kervan kervan sürgününe
yolu içimde büyüyen
ışıklı sarmaşığın