10 Kasım 2013 Pazar

Yolculuk - Charles Baudelaire / Kötülük Çiçekleri

























                                       Maxime Du Camp'a


I. 

Geniştir, kocamandır evren, iştahı kadar,
Resimlere sevdalı, düş kuran bir çocuğa.
Nice büyür, yandığı zaman, lâmbalar,
Anı'nın gözlerinde nice küçüktür dünya.

Geliyoruz, bir sabah, beyin alevle dolu,
Acı arzular ile, hınçla kabarmış yürek,
Yol alıyor gemimiz, dalgalarla uyumlu,
Suların sınırında sonsuzla salınarak.

Kimi tadında alçak yurdundan kurtulmanın;
Evlerden iğreniyor kimi doğuştan beri,
Tehlike kokan zalim Circé'nin, bir kadının
Gözlerinde kaybolmuş müneccim kimileri.

Hayvana dönüşmemek için hepsi esrikler,
Mekânla, kor göklerle, ışıkla sarmaş dolaş;
Isıran buz ve yakıp kavurucu güneşler
Siliyor öpüşlerin izini yavaş yavaş.

Gerçek yolcu yolculuk için sever yolları;
Kalpleri bir balondur usul usul yükselen,
Yolculuktur, yollardır, gurbettir yazgıları,
"Gidelim" der dururlar, nedenini bilmeden.

Arzuları oynaktır bulutun şekli gibi,
Topunu özleyen bir çaylak er'e benzerler,
İnsan ruhunun asla aslını bilmediği
Geniş,değişken, garip şehvetleri özlerler.


II.

Vals yapan bir topacı, zıplayan bir bilyeyi
Öykünüyoruz. Korkunç! ve uykularda bile,
Güneşi kamçılayan hırçın bir melek gibi,
Merak, yuvarlayarak, zulmediyor bizlere.

Garip! değiştiriyor hedef, hep, konumunu,
Belki hiçbir yerde yok, belki bir yerlerdedir!
İnsan usansa bile, usanmıyor umudu,
Esenliği arayıp koşturuyor nicedir!

Bir yelkenlidir ruh da, Adası'nı arıyor;
Bir ses, borda'dan diyor: "Gözünü dört aç, alık!"
Bir ses, ateşli, çılgın, direkten bağırıyor:
"Aşk, mutluluk, şan, şöhret!" Kahrolası kayalık!

Gözcünün haykırdığı her küçük ada sanki
Yazgı'nın vadettiği Eldorado oluyor;
Fırtınalar koparan düş gücümüz, yazık ki
Karşısında yalnızca kayalıklar buluyor.

Masal diyarlarının tutkunu, ey zavallı!
Seni, amerikalar keşfeden sarhoş tayfa,
Zincire mi vurmalı, denize mi atmalı?
İçimizi daha bir kararttın sanrılarla!

Bataklıkta yürürken, ışıklı cennetleri
Koklayan avare bir sersem bunak gibisin;
Mumun aydınlattığı her küçük kulubeyi
Capoue kenti sanıyor büyülenmiş gözlerin.


III.

Şaşırtıcı yolcular! nice soylu anıyı
Okuyoruz denizce derin gözlerinizde!
Açın belleğinizin altın kutularını,
Eterli takıları gösterin bizlere de.

Bir yolculuk yapalım, buharsız ve yelkensiz!
Bu sıkıcı zindanı biraz ışıtmak için,
Ufkun çerçevesine tuval gibi gerilmiş
Zihnimize, ne görüp geçirdiniz resmedin.

Deyin, neler gördünüz?


IV.

                     "Hayali yıldızlar gördük,
Hayli dalgalar gördük, hayli kumsallar, kumlar;
Umulmadık yıkımlar, çarpıcı şeyler gördük,
Yine de hep sıkıldık burda olduğu kadar.

Batan güneşteki o kentlerin saltanatı,
Güneşin saltanatı mor denizin üstünde,
Gönlümüzde endişe veren ateşler yaktı,
Dalmak istedik iştah kabartan tatlı göğe!

(Daha güçlenir arzu, zevk duyduğumuz zaman.
Zevkin gübrelediği arzu, ey yaşlı ağaç,
Kabuğun kalınlaşıp sertleşirken, yakından
Görmek ister güneşi dalların, ışığa aç!

Selviden ulu ağaç, nice büyüyeceksin?)
İşte böyle kardeşler, yine de, gelirken, biz,
Bazı şeyler derlerdik aç albümünüz için,
Çünkü uzaktan gelen her şeyi seversiniz!


Kamışlı putlar gördük, yıldızlı tahtlar gördük,
Tahtlar ki, üstlerinde ışıklı mücevherler,
Usta ellerden çıkma nice saraylar gördük,
Bankerleri hayali bile perişan eder;

Kadınların tırnağı, dişleri boyalıydı;
Esrikleştiriyordu gözümüzü giysiler;
Yılanın okşadığı uz hokkabazlar vardı"


V.

Daha, daha ne vardı?

                           "Ey çocuksu beyinler!

O temel sorunu hiç unutmayalım diye,
Merdivenin başından en son basamağa dek,
Ölümsüz günah vardı, her tarafta, her yerde,
Hep onun görüntüsü, tepeden tırnağa dek:

Kadın çirkef bir köle, onurlu, ama ahmak,
Gülmeden tapınıyor, iğrenmeden yakıyor,
Erkek, zorba, aç gözlü, katı, bilmiyor doymak,
Kölenin de kölesi, kuburlarda akıyor;

Haz duyan cellat gördük, kurban gördük hıçkıran,
Kokulu şölen gördük kan'ın mezelediği,
Erk'in zehrini gördük, zorbaları çıldırtan,
Halklar gördük, kırbaca tutkun deliler gibi.

Bir hayli dinler gördük, andıran bizimkini,
Hepsi merdiven kurmuş, göklere tırmanıyor,
Ermişlik, tüy döşekte yatan nazenin gibi,
Şehveti çivilerde, at kılında arıyor;

Dehasıyla kendinden geçmiş zevzek insanlık,
Yine, eskisi kadar deli, haykırıyordu,
Öfkeyle can verirken, Tanrı'ya, çığlık çığlık
Ey benzerim, efendim, lanet sana! diyordu.

Çılgınlığın âşığı daha az aptallarsa,
Yazgı'nın ağıllara kapattığı sürüyü
Terk edip sığınmıştı yüce, büyük afyona!
- işte, gördüklerimiz, küremizin öyküsü."


VII.


Yolculuktan bu acı bilgiyi edindik biz!
Tekdüze, küçük dünya insanın aynasıdır,
Bugün, dün, yarın, ve hep yansıttığı yüzümüz
Sıkıntı çölündeki bir dehşet vahasıdır!

Gitmek mi? gitmemek mi? Kalabiliyorsan kal;
Gitmen gerekirse git. Kimi koşar, kimi de,
Zaman denen düşmandan, pusudaki, ölümcül
Düşmanından sinerek çekilir köşesine.

Heyhat! bir de, o gezgin Yahudi ve azizler
Gibi hep koşanlar var, ne araba, ne gemi
Yeter onlara, hepsi, kaçıp terk etmek ister
Bir gladyatör kadar insafsız evlerini.

Zaman denen düşmanı yenebilenler de var,
Terk etmeye kalkmadan evini, ocağını.
Gün gelip, sırtımıza basınca o canavar,
Bize de "İleri" deyip tutacağız yolları,

Nasıl, atalarımız Çin'e gittiler ise,
Gözlerimiz enginde, saçlarımız rüzgârda,
Biz de açılacağız Karanlıklar Denizi'ne,
Genç bir yolcunun coşkun yüreği, kıvancıyla.

Kulak verin, dinleyin, ölümcül tatlı sesin
Söylediği şarkıyı: "Kokulu lotüsleri
Yemek isteyen sizler, koşun, buraya gelin!
Canınızın çektiği en kral meyveleri

Burada bulacaksınız; sonsuz uzayıp giden
Bir öğlen sonrasının tadıp eşsiz hazzını,
Coşku içinde, esrik, geçerek kendinizden,
Unutacaksınız şu akıp giden zamanı!"

Sesini, ruhlarımız, duyar duymaz tanıyor
Kollarını bizlere uzatan Pylade'ların.
"Serinlersin, Electra'ya doğru yüz!" diyor,
Bir zamanlar önünde diz çöktüğümüz kadın.


VIII.

Ey Ölüm, yaşlı kaptan, geri dönelim artık!
Sıkıldık bu ülkeden, demir alsın gemimiz!
Mürekkep gibi kara olsa da deniz ve gök,
Bilirsin, ışıl ışıl aydınlık yüreğimiz!

Boşalt zehrini Ölüm, ağzından güç alalım!
Ne gam! Cennetindeymiş, ya da Cehenneminde?
Beynimiz alev alev, uçuruma dalalım,
Yeniyi bulmak için bilinmez'in dibine!



Kaynak: Varlık Yayınları / Kötülük Çiçekleri - Charles Baudelaire
Türkçesi: Erdoğan Alkan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder