29 Kasım 2009 Pazar

Annabel Lee


ağzında gümüş kaşıkla doğmadı annabel lee
bıraksalardı, gökyüzünden koparıp güneşi
saçına takardı altın bir gürz gibi
annabel lee saçları altın gözleri mavi
güzelliği kuşlarla konuşmasından belli...
derken bir gün, bir öğlesonrası
ormanda camdan tabutunda düşe dalması
ve düşünde kendini besbelli
bir cüce sanması
çaresizliğini mi gösteriyor ki
güzelim annabel lee
gülüşü gülden gözleri nemli


vaktini doldurmuş bir deli
diye kendini
öteleyerek yol açıyorsa
taflanların arasında
üstelik bir elinde ayna bir elinde elma
her gece kendi kapısını çalıyorsa?

8 Eylül 2009 Salı

baktım baktım baktım

geldiğin zaman, koridorlarda ilerlerken gördüğüm öteki yüzüm tanıdık gelmiyordu. ürkek ve solgun bakışlarını neyle onarsam bilemiyordum. sonra hiç bir zaman burda olmadığım geldi aklıma. şaşırmadım, anladım ki yokum...

gelmemiş bir zamanın içine mi düştüm? nasıldı? ben yalnız mı kaldımdı? geçiyordum, geldiğinde öteki çokluklarla meşguldüm ya da pencerelerden baktım uzun uzun, göremedim. değişmem mi gerek, neye yarar aranan bulunduğunu anlayınca?


sonra, baktım baktım baktım
kendimle konuşuyordum.

konuşmak beyaza boyamaktı
susmak alabildiğine mavi
sözler bozulur
sesler uçardı

ben de baktım baktım baktım
arkandan gidişine.

6 Eylül 2009 Pazar

aynalar

senle ben bir suçu
üstlenmiş sorgucu
bakışlar gezdirdik aynalarda
ve aynalarda, körelmiş bir ucu
kalbime saplayan
anılardı

3 Eylül 2009 Perşembe

mektup

derken,
yazdan kalan düşler kurduk
kış sonralarına

sonra bir yaz, metruk ve soluk...
(yani kimsesiz bir yaz)
ölü
ve donuk

eğilip usulca
kalbine dokunduk

ve orda o yazdan
aşkları mektup
diye aldık,
akşamları bir zarf
ve kendimizi pul
_____________gibi bulup
kış sonlarına damgalandık

yanmak için vardık!

lâkin hep bir müsvedde
gibi yandık

2 Eylül 2009 Çarşamba

yazdan kalan düşler

bu akşam fazla gelir ikimize

biz ki kırılgan umutların
ürkek koruyucuları
yıllarca nöbetler tuttuk
beşiğinin başucunda
yarınların

ve anıların tabutunda
paslı bir çivi gibi buruk
dururduk

...
derken, yazdan kalan
düşler kurduk
kış sonralarına

1 Eylül 2009 Salı

istanbul

İstanbul yine renkli, renkli dünyaları bir bir dolaşıyorum. Her şey eskisi gibi, bazı şeyler üzerine biraz daha koymuş, çoğalmış. Son gelişimden daha bir gözalıcı. İçine çekiyor insanı.

Giderken bıraktığım her şey şimdi biraz da yabancılaşmış, farklı giysilere bürünmüş farklı tarzları benimsemiş, sokaklar caddeler insanlar ve o dinmek bilmeyen uğultu...

İstanbul değişik efsanelere imza atan bir şehir, her dakika her saniye, bakmasını bilen gözler için. Kalbinin sesini dinleyip adımlarını ona göre atanlar için, yaşamaktan korkmayanlar, kabuğuna çekilip sinmeyenler, ödlekliği kendine iş edinmeyenler için her köşesinde yeni bir maceranın, yeni bir heyecanın ayak izleri var.

İstanbul masala da dönüşebilir. Masal kahramanı olmayı hak etmek lazımdır. Masallardaki kahramanlar gibi gerçek hayata bakış açısını değiştirmeli duygularını takip etmelidir insan biraz da. Yoksa istanbul tam bir cehennemdir, yutar çiğner tükürür. Kuru bir posa bırakır geride ve geride sadece boşa harcanmış bir hayat...

Canım istanbul cicim istanbul... Sevmesini bilmeyen insanın vay haline seni...

(14-06-2005)

30 Ağustos 2009 Pazar

Felek

Saat sabahın beşi. Duman'ın içinde "kahpe felek" lafı geçen bi şarkısı çalıyor. İki sene önce içinde felek lafının geçtiği bir kitap okumuştum  o aklıma geldi. Adı neydi kitabın? Hulki bey, ya da sanırım Hilmiydi... Evet Hilmi bey ve arkadaşları. Yoksa Hulki miydi? Şimdi google'dan bakamayacağım, üşendim ama yazarını hatırlıyorum. Yiğit Okur yazmıştı kitabı.

Kitapta Galatasaray Lisesine birlikte gittiği arkadaşlarını hatırlayan kahramanımız onların ortayaş dönemlerinde başından geçen olayları anlatıyor. Bunlar bi kış gecesi liseden kaçıp o zamanların meşhur bi meyhanesine gidiyorlar. İçlerinden biri orda şarkı söyleyen bi hatuna abayı yakıyor. Kitapta bu aşk hikayesi de anlatılıyor. Bizim elemanın kadından hoşlandığını göstermek için yaptığı hareket bi harika. Elini hatunun kıçına atıyor. İşin tuhafı bu hareket hatunun hoşuna gidiyor ve sonra aşk... (insanlar ne tuhaf)

Kadının meyhanede söylediği şarkıda felek lafı geçiyordu sanırım. Sözleri nasıldı o şarkının şimdi hatırlayacağım.

Mazi kalbimde bir yaradır.
Talihim bahtımdan karadır.

Böyle bişeydi. Yoksa felek geçmiyor muydu kitapta ya da şarkıda? Şarkının da kime ait olduğunu ve tam sözlerini google dan bakamayacağım, gerçekten çok üşeniyorum.

Bu yazıyı yazdığıma dua edin... ( ama kitap güzel tavsiye ediyorum)

27 Ağustos 2009 Perşembe

Çivisi çıkmış bu dünyanın

Bazıları ne yazacağını düşünür düşünür zorlar kendini öyle yazar. Her yer böyle yazılarla dolu, kısır, bize bir şey anlatmayan ve tatsız. Bazılarının da aklı sonsuz imgelem ülkesinin lodosunda kalmış gibidir, kafalarının içi pamuk tarlaları, yüzlerce, binlerce pamuğun uçuştuğu. Hangi pamukları alıp torbaya yerleştirmelidir karıştırır insan, nasıl bir iplikle neyi bağlayacağını bilmiyorsa.

Biri yazmak istediği şeyi anlatacak imgelem gücüne sahip değildir, bir diğeri yazmak istediği şeyi bilmiyordur imgeleri havada kalır. Şu işe bak! Lanet dünya. Çarkı yerinden çıkmış ve hatta ekseni pamuk ipliğinden. Nasılda dönüyor şirret. Hay lanet!

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Ben niye uyandım bu saatte

Ben niye uyandım bu saatte. pencere yine açık, ışık da açık kalmış, amanın olamaz facebook da açık kalmış. Korktuğum şey benim de mi başıma geliyor, facebookla yatıp facebookla kalkıyorum artık. günler arap kervanı gibi gözümün önünden geçip gidiyor, ne bir tad, ne bir doku bırakmadan. Cemil Meriç'i neden hatırlıyorum tekrar, oysa bana hatırlattıkları yüzünden onu umursamama kuyumun dibine göndermiştim. O kadar dirençli mi çıktı, o soğuk ve karanlık suyun derinlerinden sesini duyuracak kadar güçlü bir izlenim mi bırakmış bende?  

Korkuyorum facebook, korkuyorum twitter. n'olur benimle yatın bu gece, yalnız kalmak istemiyorum...

23 Ağustos 2009 Pazar

Modernizm - Walter Benjamin, pasajlar'dan

Kabadayılığın şairi bulanık bir ışıkla sarılıdır. Süprüntüler, büyük kentin kahramanlarını mı temsil eder? yoksa kahraman eseri için bu malzemeyi kullanan bir şair midir? Modernizmin kuramı, iki olasılığa da yer verir. Ancak yaşlanmakta olan Baudelaire, "Les plaintes d'un Icare" adlı geç dönem ürünü bir şiirinde, artık gençliğinde aralarında kahramanlar aramış olduğu insanlarla aynı duyguları paylaşmadığını sezdirir.

Les amants des prostituées
Sont heureux, dispos et repus
Quant à moi, mes bras sont rompus
Pour avoir étreint des nuées.

(Mutludur fahişelere âşık olan
Doyuma ermiş ve özgürdür;
Bana gelince, kırılmış kollarım bütünüyle
Yukardan geçen bulutlara sarılmaktan)

Şiirin başlığının belirttiği gibi, antik çağ kahramanının temsilcisi olan şair, eylemlerini Gazette des tribunaux'nun anlattığı modern kahramanın önünde geri çekilmek zorunda kalmıştır. Gerçekte modern kahraman kavramının çatısı altında böyle bir feragat zaten vardır. Antik çağ kahramanı yıkılıp gitmeye yazgılıdır ve bu yıkılışın kaçınılmazlığını betimlemek için herhangi bir tragedya yazarının dirilmesine gerek yoktur. Ancak modernizm bir kez işlevini yerine getirdikten sonra, süresi de artık dolmuş demektir. O zaman modernizm sınavdan geçirilecektir. Herhangi bir zaman antik çağa dönüşüp dönüşmeyeceği modernizm son bulduktan sonra anlaşılacaktır.

Walter Benjamin
Pasajlar III Modernizm- s174

Pazar bunalımı

daha kahvaltı bile yapmadım, canım da hiç bi şey istemiyor, kafamdan kınalı adaya gitmek, sadece erenköy sahile inme, araba kiralayıp bütün gün gezmek, son olarak da evde internetle birlikte kalmak gibi düşünceler vardı. şu an son söylediğimi yapıyorum.

kalkıp önce çoraplarımı bulmam lazım, sonra belki iki yumurta kırmalıyım. buzlu çayı dün gece tükettim, pencere açık kalmış boynum ağrıyor, pazar günlerinin kendine has bi halsizliği var insanın hiç bişey yapası gelmiyor. ben gidiyorum, alın işte bu benim blog, ben yokken ona iyi bakın...