18 Mart 2007 Pazar

dört duvar

(şiir açık havada yazılmaz. Donmuş bir nehrin dip akıntısı gibi duvarların arasında görünmeden aktım.)

Oda dar geldiğinde neden gözlerimi aynaya kaydırıyorum. Bu bir yanılsama değil mi, insanın kendisine çıkış yolu araması? Sanki vücudun bir hapishane ve düşüncelerinle kendine kaçmak için tüneller kazıp duruyorsun. Nasıl bir firar hayal ediyorsun, bu kaçış nereye ne kadar sürer? Beni kendimin dışında ne bekliyor?

Bir ayna sadece yolu gösterebilir, orda ne göreceğin ve nereye doğru gideceğin sana kalmış. Ben orda sadece kendimi görebiliyorum ve kendimden hiç bir yere çıkış yok, bütün yolları tutmuşlar.

İki ifadesiz gözün altında hayata kırgın olduğunu imleyen kıvrımsız iki dudak. Açılsalar emin olun önemli hiç bir şey söylemezler. Bu oda nereye gider, bu evin sahibi kim, neler yaşandı bu dört duvar arasında, hiç bir şey... Sadece sen ve ben, benim müstakbel suretim.

Sen de bu odadaki diğer eşyalar gibisin. Burda öylece durup gerekli bir boşluğu doldurmaktan başka işin yok. Şu masa gibi senin de üzerine çeşitli yükler bırakıldı kimi zaman ya da duvardaki resim çerçevesi gibi sen de belli bir ânı dondurdun ahşap bakışlarında, belleğinin içine hapsettin anıları. Bazen de etejerin üzerindeki saat gibi hiç şaşmadan bütün gerekli gereksiz şeyleri yaptın. Sabahları kalktın, yüzünü yıkadın, kahvaltı ettin, işe gittin, çalıştın, yaşadın. Kurulmuş zamanların oldu senin de. Bir alarm zili gibi ağladın, avazın çıktığı kadar bağırdın, sonra belki bir zaman kurulmayı unuttun. Seni kurmadılar ve sen de durdun, şimdi bu dört duvar arasında aynaya bakmış kaçı kaç geçe durduğunu hesabediyorsun.

(Şimdi bu soyutlamaya meğilli ama küçük bir çabayla katılığı korunmuş üslubu bırakıp elimizdeki malzemeyi oda sıcaklığında erimeye bırakalım)

Sonra perdeler... Sararmış perdelerden odaya akan hayat sana tatlı bir şarkı gibi gelirdi. Minik mırıltılarla başlayıp nefes almadan söylenen bir şarkı gibi doyasıya yaşamak isterdin her saniyeyi. Her adımın yeni bir macera olduğunu düşünerek sokağı yavaş yavaş geçerdin, caddeye açılan sokağı, tam da gün batımlarında güneşin oradan battığını bildiğin sokağı... Sana güneşe doğru giden bir yol izlenimi verirdi bu sokak ve ister istemez adımların hızlanır, neredeyse koşarak bitirirdin yolu. ( Derken... )


Gün biterken yine tanıdık hayalkırıklıkları bırakır seni evine, dört tarafını dört hayaletin tuttuğu bir yolayrımıdır odan, her yere açılır, ama gitmek mümkün olmaz hiç bir zaman. Dağ başlarını hatırlatan bir yalnızlık hissi ve sırtında o dağların yüküyle çökersin gün batımlarında pencerenin önüne. Perdeler artık kül rengi. Ve sen, dönmesi beklenmeyen gurbetteki kişi, işte bu oda da her akşam, hiç bir yere gitmeyen bir kompartıman gibi seni burada beklemektedir, kıpırdamadan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder