2 Temmuz 2006 Pazar

yelkenli

Göğsünde bir sızıyla uyandı yine. Cılız bir kış ışığı odayı aydınlatıyor bütün eşyaları sahte bir gümüş parıltısıyla kaplıyordu. Pencereden dışarıyı seyretmek istedi ama kendisinde doğrulacak gücü bulamadı. Orada öylece uzanıp tavana baktı. Tavanda, belki biraz daha ötelerde duran mazi göz kırptı yine. Kalkmalıydı, kahvaltısını yapıp çıkmalıydı evden, düşüncelerinden uzaklaşmalıydı. Geç kalırsa, birazdan yine başlardı o karabasan. Bu günü de yiyip bitirirdi yine, bir şey kalmazdı yaşayacak.

Kendisini zorlayarak doğruldu. Günlerdir evden çıkmıyor, yatağında öylece yatıyordu. En son ne zaman birşey yemişti? Hatırlamıyordu. Mazide yaşayan bir hayalet gibi hissediyordu kendisini. Zorlanarak üzerindeki beyaz örtüyü kaldırdı. Kefen kadar beyaz ve bir o kadar da ağır... Ayaklarını yatağın yanından sarkıtarak terliklerini aradı. Birini bulamadı, pek de sorun etmedi.

Bu evde en son iki kişiydiler. Çok kalabalıktılar. Şimdi tek kendisi vardı ama daha kalabalıktı ev. Ocağa su koydu. Mutfak penceresinin kenarına iki kumru sığınmıştı. Yarısı karla kaplı pencereden hayal meyal seçilen iki kumru... Yalnızlığın soğuğundan pencereye sığınmış, birbirine sokulmuş çarpan iki yürek...

Suyun kaynadığını geç farketti. O ara neler yaptığını hatırlayamadı. Yine bir hayal denizinde bata çıka giden yelkenli gibi, yol yön bilmeden ilerlemişti. Çayı demledi, altını tazeledi. Yiyecek bir şeyler var mıydı acaba? Dolabın kapısı zor açıldı. Dalgaların arasında, kötü anıların bıraktığı tuzlu su tadı ağzında, dumanlı bir kafayla bir yol bulamadan öylece çırpınan bir yelkenli geçti. Peynir ve zeytin bulabildi sadece. Peynir kurumuş çekmecedeki mektuplar gibi sararmıştı. Güller de vardı orda ama onlar geleceği okuyan bir kahin gibi daha önceden sararmışlardı. Üzeri toz kaplı masada tabak yalnız kaldı, çatal yalnızdı, iki sandalyeden biri sahipsiz kalmıştı. Giderek şiddetini artıran fırtına yetmiyormuş gibi bu sis de nereden çıkmıştı? Göz gözü görmüyor, inceden sızan iki damla gözyaşını kimse farkedemiyor, lokmalar insanın boğazından geçmiyordu.

Çayı ne zaman demlemişti, ilk bardakta neden böyle acı bir tad vardı? Aç mıydı, neden kahvaltı yapıyordu? Oysa akşam oluyordu. Gölgeler bile kendi varlıklarına dair bir şüphe içinde bir garip uzamış birbirlerine dokunmaya çalışıyorlardı. Işıkları açmalı mıydı, böyle daha mı iyiydi? Böyle soğuk bir karanlık içinde nefessiz kalan duygularının bir bir yok oluşunu izlemek, böyle yalnızlığının verdiği garip bir güçle maziye kin beslemek, hatırındaki anıları bir bir yakarak alevlendirdiği kinle ısıtmak bu kalbi... böyle ıssız, böyle sessiz yol almak ölü bir denizde...

Önündeki gazeteyi karıştırmaya başladı. Akşam erkenden gelmiş evleri ve sokakları içindekilerle birlikte yutuvermişti. Harfler zor seçiliyordu. Beş kişi trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Newyork borsası yükseliş içindeydi. Uzakta bir binanın çatısından, sahte beyazlığının verdiği ağarlıkla bir tutam kar düşerek yerde eridi. Dolar yükseliyordu. Genç italyan manken Türkiye'ye geliyordu. Güçlü dalgaların suratına vurduğu soğuğa aldırmadan ilerleyen yelkenli, ay'ın battığını anlayınca kendisini derin sulara bırakarak can verdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder